Sadece Erhan

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Of… ulan ne biçim kadınmış bu ya.”

Erhan, televizyon izlemek için kurulmuştu yirmi yıllık kanepeye. Gördüğü görüntünün etkisiyle ağzından adeta salyalar akıyordu. Elleri titredi. Gözleri büyük bir iştahla onu arıyordu, çok geçmeden de gördü zaten. Peçeteydi aradığı. Hemen masanın üzerinde rulo halde öylece duruyordu, büyük bir heyecanla kalkıp peçeteyi aldı ve eline dolamaya başladı. Televizyondaki görüntü geçmesin diye acele ediyordu. Kanepeye kurulduğu gibi o iş oldu. Babası sert bir şaplak attı. Erhan şoka uğramıştı adeta. Babası arkasında öylece dikiliyordu.

“Ne yapıyorsun lan burada, geri zekalı!”

Elinde sarılı halde duran peçetesiyle ağır ağır arkasına döndü. “Babacığım…” sesi kısılmıştı, neyse ki ikinci aşamaya henüz yeltenmemişti Erhan.

“Ne izliyorsun lan sen. Gece gece gene gelmişsin buraya. Gidip yatsana geri zekalı.” Babasının Erhan’a olan en mükemmel sevgi gösterisi olabilirdi bu söz ‘geri zekalı’ her cümlesinin ardında nokta olarak kullanıyordu adam sanki. Baba uzağı göremiyordu, su içmeye kalkmıştı ve salondan yansıyan ışıkları fark edip oğlunun orada olduğunu düşünerek gitmişti oturma odasına. Babanın gözünde oğlu her zamanki gibiydi. “Geri zekalı. Salak herif. Kalk yat lan! Kapat şunu da asabımı bozma gece gece.”

“Tamam babacığım.” Erhan babasına babası da Erhan’a bakıyordu. Erhan kafasını çevirip televizyondaki kadına baktı üzülerek. Sonra babasına geri döndü yüzünü. Adam aynı ciddiyetle duruyordu başında, gitmeyeceği belliydi. Erhan dudaklarını bükerek kapattı televizyonu. Babasının arkasından o da kendi odasına doğru gidiyordu. Holde annesini gördü. “Ya niye uyanıksınız siz!”

“Kes lan sesini, salak.” Annesi de az değildi, oğluna elinin tersiyle tokat attı. “Turşular mahvetti bizi. Susayıp duruyoruz, sürahi alayım da götüreyim odaya. Yoksa kalkıp duracağız gece boyunca.”

Erhan odasına girip topuklarıyla yere iki üç defa vurdu. Sinirlenince hep yapardı bunu. Kapısı açıldı. “Ne vuruyorsun oğlum ayağını yere. Ta koridordan duyuluyor. Ya senin gerçekten aklından zorun var ha! Yat uyu kırmayayım kemiklerini. Geri zekalı.” Bu sefer Erhan dişlerini sıkarak geçti yatağına.

“Şuna para ver de ekmekle domates alsın gelsin.”

Erhan babasından parayı alıp marketin yolunu tuttu. Markete geldiğinde ekmekleri aldı ve direk deterjan bölümüne gidip çamaşır sularına baktı. Parasının yettiği çamaşır suyunu alıp evin yolunu tuttu tekrardan. Annesi mutfakta biberleri doğrarken babası da masaya geçmiş gazetesini okuyordu. Erhan poşeti masaya bırakıp sandalyesine kuruldu ve ağzına iki tane zeytin attı.

“Çıkar da ver şu domatesleri, biberler yanacak!”

Erhan duraksadı ve anlamsız anlamsız annesine baktı. “Neyi vereyim?”

Kadın ıslak elleriyle oflayarak poşeti aldı masadan. Poşeti açınca şok olmuştu. “Bu ne Erhan?”

“Ne, ne annecim?”

Baba bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Gazeteyi indirip karısı ile oğlunu süzdü. Kadın elindeki bıçağı tezgâha bırakıp Erhan’a vurmaya başladı. “Geri zekalı, mal bu çocuk ya. Domates al dedim domestos almış.” Erhan masadan kalkıp odasına kaçmıştı. “Gel, buraya gel. Gerzek. Of! Çok yoruyor bu çocuk beni ya!”

“Ama domestos dedin!” Erhan odasından bağırıyordu. Hala domestos aldığı için doğru yaptığını düşünüyordu.

“Lan evde olan bir şeyi niye isteyeyim salak! Çamaşır suyuyla melemen mi yapılır, gel götür bunu. Domates al da gel, çabuk!”

Erhan korka korka mutfağa girdi, annesi gözlerini belertmiş halde oğluna bakıyordu. Ocağı da kapatmıştı.

Erhan koşarak markete gitti. “Merhaba. Ya bunu iade edecektim. Yanlış almışım.”

Çalışan kız hiç sorun yokmuşçasına iadeyi aldı. “Peki hangi deterjan ile değişeceksiniz?”

Erhan kaşlarını kaldırdı “Şey… Domatesle.”

Çalışan kız üst dudağını ısırmaya başladı. Gülmemek için kendisini zor tutuyor gibiydi. “Peki, siz domatesi istediğiniz kadar alıp gelin, ben işleminizi yapayım.” Kız kasa anahtarına baktı, orada yoktu. “Mehmet Bey! Anahtarı getirir misiniz? İade var.” Adam anahtarı getirdiğinde olayı ona anlattı ve ikisi de kahkaha atarak gülmeye başladılar. Erhan uzaktan çalışanları izliyordu. Çok sinirlenmişti. Kasaya gelip iadesini yaptı ve domatesleri alıp eve doğru yol aldı.

Yolunun üzerinde bir sitenin otoparkı vardı ve o otoparkın bacak boyu kadar yükseklikteki duvarına çıkıp yürümeye başladı. Kendince cambazlık yapıyordu. Düşmemeye o kadar odaklanmıştı ki yanındaki tellerde duran karganın sesiyle panikledi ve olduğu gibi yere düştü. O düşünce daha çok karga haykırırcasına ötmeye başladılar. Erhan yerden bir taş alıp kargalara attı. Bu hareketi kargaları sinirlendirmişti. Kargalar Erhan’ın üzerine akın ederken Erhan poşetini kaptığı gibi koşmaya başladı. Nihayet eve girdiğinde nefes nefeseydi. Anne, eli çenesinde masada bekliyor baba da beyaz atletiyle balkonda sigarasını tüttürüyordu. Bir eli de cebindeydi. “Ne lan bu halin, nefes nefese kalmışsın.” Dedi annesi.

“Anne bir sürü karga kovaladı beni. Zor attım kendimi eve.”

“O kargalar seni yaptığımız gece babanı kovalasalardı keşke! Ver şu poşeti!”

Baba, sigarasını tüttürürken başını çevirip karısına baktı, canı sıkılmıştı. “Ya sabır,” dedikten sonra tekrar önüne döndü. Çok sürmeden yine içeriden bir çığlık yükseldi. “Ne oluyor yine ya!”

Kadın ağlamaklı olmuştu “ya şu domateslerin haline bak hep ezik, büzük. Oğlum sen niye böylesin ya?”

“Anneciğim gelirken düştüm, o zaman ezilmiş olabilirler.”

“Ya bir de açıklama yapıyor. Daha düz yolda yürüyemiyorsun. Nasıl düştün de bunlar bu hale geldiler?” Erhan konuşmadı, düz yolda düşmediğini öğrenirlerse daha çok kızacaklarının farkındaydı. “Bir melemen yapalım dedik burnumuzdan getirdin. Keşke domestos kalsaydı en azından para boşa gitmezdi. Ne yapacağım bunları ben.”

“Anneciğim o ezikleri ben yiyebilirim, dert etme.”

Baba sigarasını söndürüp içeri girdi. Göbeği ondan önde girmişti mutfağa. “Ya ne çok bağırdın şu çocuğa sabah sabah. O biberlerin üstüne iki yumurta kır getir artık, öldük acımızdan.”

Kadın hafif kızarmış biberlerin üzerine üç yumurta kırdı, sinirden eli ayağı titriyordu. O sırada kapı çaldı. Erhan açtı kapıyı. Sonra mutfağa girip annesine seslendi. Gelen komşuydu ve annesini soruyordu. Anne kapıya giderken Erhan’a da “şuna bak yanmasın!” diye tembihlemişti. Baba bir zeytin atıyor ağzına bir yudumda çay içiyordu. Erhan yemeği karıştırırken elini tavaya vurdu, can havliyle elini çekerken eli tavaya çarptı ve yemek olduğu gibi mutfak halısına düştü.

Yemeği yerde gören baba elleriyle alnına vurdu. “Lan kalk s*ktir git buradan. Git yoksa ya anan ya ben geberteceğiz seni.”

“Babacığım elim yandı da, elimi çekerken…”

Kadın mutfağı o halde görünce ağlamaya başladı. “Sormayacağım. Nasıl olduğunu duymak istemiyorum.” Erhan tavayı yerden aldı. Dökülenleri de kendince temizlemeye yeltendi. Annesi mutfak kapısına yaslanmış olanları büyük bir bitmişlik ve tükenmişlikle izliyordu. “Seni doğuracağıma taş doğuraydım Erhan. Onun senin kadar salak olmayacağından o kadar eminim ki. Biz seninle ne yapacağız böyle ya. Sen kime çektin oğlum böyle.”

Baba masada duran ekmeği böldü. Ayağa kalkıp karısına cevap verdi; “Bizim tarafta böyle geri zekalı yok.” Dedi ve eliyle ekmeğin içini açtı, dolaptan salçayı çıkarıp ekmeğinin arasına sürdü, masadan da bir iki biber koyup ekmeğini ve çayını alıp balkona çıktı. Giderken de oğluna meşhur iltifatını yapmayı ihmal etmedi. “Geri zekalı.”

Sadece Erhan

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Yazıver ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!