Işıl’ın Kirazları

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Panikleyerek koşuşturdu köy meydanında kadın. Nereye bakarsa baksın kızını bulamamıştı. Telaşı her saniye dikenli tellerle boğuluyormuşçasına onu ele geçiriyordu. “Işıl! Neredesin?” Işıl yoktu. Ahırda yoktu, bahçede yoktu, köy meydanında yoktu, yoktu! Hiçbir yerde bulamadı kadın onu. Eli ayağına dolaşmış halde köy meydanından dereye doğru indi. Derenin akıntısına kapılıp gittiğini düşünmeye başladı ve bu kuruntusu onu iyice çileden çıkartıyordu.

Ağlamaya başladı. Süt gibi berrak, yumuşacık ve huzur verici yüzü özelliğini yitiriyordu sanki. Ağlamaktan göz altları kızarmış, boynunda iri iri damarlar “merhaba” dercesine aşikâr olmaya başlamıştı. Elleri titriyordu, ayaklarının üzerinde duramaz oldu ve olduğu gibi yere yığıldı.

“Öhö! öhö!” öksürerek boğazını temizleyen adam babasıydı kadının. Yüzlerce insanın, hayvanın ve türlü nebatatın dokunduğu toprağa yılların birikmişliğiyle elindeki bastonuyla hınçla vurarak tırmanıyordu köy meydanına giden patikayı. Zayıf bedeni, geçmişin acı izlerini taşıyan yüzü ve nasırlaşmış iri elleriyle kızının yanına kadar geldi. Kızının perişan halini görünce hüzünlendi. Eliyle onun başını okşadı “neyin var yavrum, ne bu halin?”

“Baba” sesi çatallı çıkıyordu. “Işıl’ı bulamıyorum. Nereye baktıysam yok. Dereye kapılıp gitmiş olmasından korkuyorum.” Sözünü tamamlarken çok zorlanmıştı. Boğazı düğüm düğümdü, irileşmiş gözlerle babasına bakıyordu. “Ben şimdi ne yapayım baba! Kızımın başına ya bir şey geldiyse…”

Yaşlı adam kızını kolundan tutarak kaldırdı. Alnından öptü. “İnşaAllah bulacağım ben onu. Sen merak etme. O şimdi arkadaş bulmuştur onunla bir yerlerde oyun oynuyordur. Köyün çocuklarının yapacakları şeyler belli.” Elini cebine atıp köstekli saatini çıkardı. Kaşlarını çatıp gözlerini de kısarak odaklandı saatine. 16:26’yı gösteriyordu saat. “Bahçede oynuyordur onlar.”

Babasının teskin edici sözlerini umursamamıştı kadın. “Baktım baba. Bahçeye de ahıra da meydana da her yere baktım. Ama yok, hiçbir yerde. Dere…”

“Gel benimle!” sesi sakinlik ve ciddiyet yüklüydü ihtiyar adamın. Kadın ciğeri parçalanarak babasına eşlik etti. Zihninde hep dere kuruntusu dönüyordu. Eve yaklaştıkça kalbi yerinden fırlayacak gibiydi. Çocukken oynadıkları sıcak soğuk oyunu gibiydi sanki. Eve yaklaşınca soğuk, dereye yaklaşınca sıcak hissediyordu. Babası onu eve getirirken çok umursamaz bir imaj çizmişti. Ve eve gelmek soğuktu. Kadın koşarak dereye gitmek istiyordu.

“Baba bırak beni gideyim, kızım burada değil. Vakit kaybediyoruz burada.” Yaşlı adam hiç istifini bozmadan devam etti. Bahçeye geldiklerinde yaşlılığın verdiği sönük gözlerle etrafa göz gezdirdi.

Nefes nefese kalmıştı yaşlı adam. Bastonunu kenara fırlatarak bahçede ki sandalyesine kuruldu. “Anan ayran yapmıştır, bana bir soğuk ayran getir de şurada soluklanayım.”

“Dalga mı geçiyorsun baba!” dememek için zor tuttu kendini. Kızı kayıptı ve babası ayran derdindeydi. Babasından uzaklaşınca sağı solu yumrukladı. Dişlerini sıkıyor bir şeyleri kırıp dökmek ve bir yolunu bulup dereye koşmak istiyordu. “Anne!” dediği gibi hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı. Sinirleri boşalmıştı. Ne ayakta durabiliyor ne konuşabiliyordu.

Hıçkıra hıçkıra ağlarken, annesi; boncuk işlemeli beyaz yazmasını düzeltip kızının dizinin dibine çöktü. Koca kadın kınalı elleriyle kızının ellerini avucunun içine aldı. Elleri buz gibiydi kızının. Saçları yüzüne yapışmıştı. Koca kadın kızının yüzüne yapışan saçları tutup kulağının arkasına doğru itti. Konuyu öğrenince annesinin tavrı da babası gibi olmuştu.

“Ya siz şaka mısınız anne?”

“Kızım. Işıl da sana çekmiş, kalk haydi babana ayranı götürelim, Işıl çıkar birazdan ortaya.”

Kadın tam küfredecekti ki ayranı alıp babasına götürdü. “Artık şu saçmalığa bir son verip kızımı bulmaya gidebilir miyim?”

İhtiyar adam ayranı höpürdeterek tek solukta içti. Bakır işlemeli bardağı kızına uzattıktan sonra koluna ağzını silip ayaklandı. “Bastonumu ver hele” bastonu aldıktan sonra bahçedeki kiraz ağacına doğru yürüdü. Kadın şaşkın şaşkın babasına bakıyordu. “Çitlembik! Dedesinin ay parçası!”

Önlerindeki büyük kiraz ağacından kıkırtılar gelmeye başladı. Minicik elleriyle ağzını kapatarak gülüyordu Işıl. Yanında da çok sevdiği arkadaşı Şaban vardı. İkisi de ağacın iri dalına kurulmuş, kiraza bulanmış yanaklarıyla gülümsüyorlardı.

Kadın; kızını sağ salim görmenin verdiği rahatlıkla gevşemeye fırsat bulamadan yaşadığı korku dolu anları hatırlayıp deliye döndü. Kızına öfkeyle bağırmaya başladı. Işıl da dedesinin orada olmasını fırsat bilerek annesine kiraz fırlatmaya başlamıştı. “Tadına bak, o zaman niye burada olduğumu anlarsın.” Tatlı bir sevimlilikle sinirlenmişti Işıl da. Dedesinin gözleri mutluluktan yaşarırken annesi şaşkınlıkla kızına bakıyordu.

“İn çabuk aşağıya!”

“Hııı… İneyim de beni döv de mi? Ya dede anneme bir şey de!”

“İn çabuk dedim sana!”

İhtiyar adam kızına döndü “sen bize evden bir tabak getir de Işıl biraz kiraz toplasın. Bir de biz bakalım şunun tadına.”

Işıl; ağaçta annesine “oh!” diyerek karnını okşadı. Arkadaşıyla beraber annesine gülüyorlardı.

Kadın tabak getirmek için eve girdiğinde ise gülmeye başladı gözlerinden de mutluluk göz yaşları akıyordu. Metal, derin bir tabakla geldi. Tabağı doldurduktan sonra kadın kirazları bir güzel yıkadı, bahçede hep beraber yere oturup kirazları yemeye başladılar.

Işıl ile arkadaşı kiraz yedikçe kıkırdamaya devam ettiler. Onların kıkırtıları dedeyi ve anneyi de güldürmüştü. Kirazı yiyen herkes ipini koparmışçasına gülüyordu. “Kiraz da bir şey var anam” dedi ihtiyar kadın ve o da kahkahalara eşlik etti.

“Işıl! Işıl! alo kime diyorum!”

“Beş dakika daha anne, şu an çok tatlı yerdeyim.”

“Birazdan kafandan aşağı bir bardak suyu boşaltırsam görürsün çok tatlı yeri. Kalk! İşe geç kalıyorsun!”

“Yeter ya of! Diyerek yatağını yumrukladı Işıl.”

“Kazık kadar oldun, delirtme beni kalk!”

Işıl yataktan zorla kalkmayı başardıktan sonra mutfağa gitti. Dolabı açtı ve bir poşetin içinden bir avuç kiraz alıp annesinin yanına gitti. Koltuğun üstüne çıkıp tek tek kirazları annesine fırlatmaya başladı. “Ne yapıyorsun Işıl? Delirdin mi sabah sabah. Çocuk çocuk hareketler yapıyorsun.”

Işıl durmadan kirazları atmaya devam etti. Sonra kirazlı elleriyle annesinin boynuna atlayıp yanaklarından ısırmaya başladı. Annesi ne olduğunu anlamamıştı. “Bu gerginliği kiraz yiyerek çözebiliriz dedi Işıl.” Annesi duraksadı. Yaklaşık otuz yıl olmuştu. Işıl’ın kaybolduğu gün ve sonrasında yaşananları hatırladı birden. Kadının gözlerinden yaş akmaya başladığında Işıl annesinin ellerini tutuyordu ve birlikte ağlamaya başladılar sonrasında da yerden kirazları toplayıp yıkadılar ve hem ağlayıp hem gülerek o kirazları yediler…

Işıl’ın Kirazları

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Yazıver ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!