GÜLBER ŞEHRİNDE AŞK

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Güller arasından büyüyen bir şehir… Nehirde birleşen bir hayat…

*Apisod krallığı; doğunun en görkemli krallığıydı. Nüfusu çok kalabalık, bir o kadar da çalışkandı. Bu çalışkan nüfus ülkeyi çok zengin hale getirmişti, özellikle de Kral ve ailesini. Bu ülkenin düşmanı çok olsa da rakibi olmadığı için herkes ona boyun eğmiş haldeydi. Böyle bir dünyada Apisod Yılının 53. Kışında iki çocuk dünyada gözlerini açtı. Birisi Kral’ın göz bebeği, tek kızı *Sengi diğeri ise sürgündeki bir ailenin bebeği *Odçu.

Birbirinden habersiz bu iki çocuk aynı günde dünyaya gelmişlerdi. Kaderleri doğdukları anda birbirine bağlanan bu çocukların ikisinin de ortak özelliği gözleriydi. Sengi’nin sağ Odçu’nun ise sol gözü beyazdı. Diğer gözleri ise kahverengiydi. Bunun benzeri Apisod krallığı kurulduğu zaman görülmüştü. Pek çok insan prensesin krallık için bir tehlike olduğunu düşünüyor, bir kısmı da onu krallığın yeni yükselişinin işareti olarak görüyordu. Kral, küçük kesim gibi kızının özel birisi olduğunu düşünüyordu ve ülkenin yeni yükselişinin bir işareti olduğu fikrine gönülden inanıyordu.

Halk, Kral’a karşı gelebilecek konumda olmadığı için bu konuyu konuşmaktan dahi çekiniyordu ancak ülkenin soylu kesiminin baskıları yüzünden Sengi’yi gözlerden uzakta bir kaleye hapsetmişti Kral.

Kale ve çevresindeki köyler yıllar içinde daha da geliştiler. Sengi, yirmi beş yaşında bir kadın olduğu zaman bulunduğu yer dağın başındaki kale olmaktan uzaklaşmış şehrin en güzel manzaralı kalesine dönmüştü. Kale komutanı, Sengi’ye çocukluğundan itibaren çok iyi davranmış ve onun önerilerine hep kulak vermişti. Son on beş yıl içinde Sengi’nin önerisiyle oluşmuş olan şehir Apisod’un en gözde şehirlerinden olmayı başarmıştı.

Sürekli kitap okuyan ve Komutanın gözetiminde köyleri gezen Sengi, bölgedeki insanları, araziyi ve daha pek çok konuyu derinlemesine kavramayı başarmıştı. Kalede dört duvar arasında yüreği sıkışıyordu en azından kale çevresini yaşanır yapabilirim düşüncesiyle yıllarca çalıştı. Fikirler üretti, su kanalları, barajlar yaparak bölgedeki toprakları verimli hale getirdi. Toprakları verimli hale gelen bölge daha fazla insanı da çekmeye başladı.

Sengi, bölge insanlarını arkadaşları olarak görüyor ve arkadaşlarının güzel yaşamasını istiyordu. Kimseye ev yapma izni vermedi. Her evi tuvallerine çizdiği şekilde kendisi inşa ettirdi. İki katlı evler yaptırdı, evlerin arkası ise genişçe bahçeliydi. Gül kokusuna bayıldığı için Kral babasına mektuplar yazıp ülkenin dört bir tarafından gül fidanları istedi. Birbirinden güzel, çeşit çeşit gül şehrin dört bir tarafına dikildi. Gün doğumuyla birlikte tüm şehir yoğun gül kokusuna maruz kalarak uyanıyordu. Burası Sengi’nin *Gülber şehriydi.

Her Apisod yazında Gülber şehrinde Prenses Sengi festival veriyordu. Güllerden yapılmış içecekler, reçeller ve çeşit çeşit yiyecekler bu festivalde tüketiliyordu. Günlerce danslar ediliyor, şarkılar söyleniyordu. Gülber nehri üzerindeki köprülerde aşıklar kavuşup güller altında öpüşerek nehrin kucaklayıcı kollarına kendilerini bırakıyordu. Apisod’un aşk şehri olmuştu Gülber.

Odçu ise çocukluğu boyunca ailesiyle oradan oraya sürülmüş, ezilmiş ve hor görülerek yaşamaya çalışmıştı. Anne ve Babasında Apisod Sürgün damgası olduğu için asla Apisod’a gelememişlerdi. Ancak yıllar sonra bulundukları şehirde bir salgın başlamış ve pek çok insan ölmüştü. Odçu’nun anne babası da ölenler arasındaydı. Salgından kurtulanlar Gülber adındaki yeni bir şehrin varlığını konuşuyor ve oraya gitmek için şehirlerini terk ediyorlardı. Böyle bir zamanda Odçu da Gülber’e giden bir kervana katıldı ve günlerce yol gitti.

Uzun bir yolculuktan sonra Gülber’in şehir sınırına ulaştılar. Bölge keskin bir Gül kokusuna sahipti. Etrafta gül görünmüyordu ancak şehre neden Gülber dediklerini şehre yaklaşanlar bu kokular sayesinde anlayabiliyordu. Kokuyu takip edercesine ilerlediler. Yaklaştıkça koku daha da keskinleşiyordu. Pek çok insanın başlangıçta bu yoğun koku yüzünden burnu kanamıştı. Hayretler içerisinde büyük bir merakla şehre ilerlemeye devam etti Odçu.

Şehrin ağaçlardan yapılmış duvarlarını görünce şaşkınlıkları daha da arttı. Bir şehir nasıl bu kadar savunmasız şekilde inşa edilebilirdi ki? Odçu yıllarca birbirinden farklı şehirler görmüştü ancak hepsinin ortak özelliği irili ufaklı duvarları olmasıydı ancak buranın öyle bir duvarı yoktu. Burası nizami şekilde sınırları belirlenmiş ve o sınırlara da birbirinden farklı meyve ağaçları dizilmiş halde duruyordu. En ufak bir yangında bile tüm şehir kül olabilirdi. Şehri fethetmenin bin bir yolunu aklında tasarlayıp durdu Odçu.

Şehre girdiklerinde renkleri farklı ancak yapılış tarzları aynı olan yüzlerce eve gözü takıldı. Sokaklar çok genişti ve boydan boya boyanıp süslenmişlerdi. Çocuklar ellerinde ince çubuklara saplanmış çikolatalı yiyeceklerle etrafta koşuştururken yetişkinler ise kadehler kaldırıp kahkahalar atarak gülüyorlardı. Bazı insanlar akrobatik hareketler yaparken bazıları sihirbazlık yaparak insanları hayrette bırakıyordu. Her yerde insan kümeleri olsa da bir yerde özellikle çok daha fazla insan bulunuyordu. Bu yoğunluğu ise gençler oluşturuyordu. Odçu yorgun argın onların yanına doğru ilerledi.

Şehrin en büyük köprüsü olduğunu düşündürecek bir köprünün her iki ucunda da insanlar birbirine laf atıyor ve gülüyordu. Köprüde ise birkaç çift birbirlerine sarılmış halde kıkırdıyorlardı. Sevdiğini öpen kişi öpüşme sonrasında sevdiğiyle el ele tutuşup nehre atlıyordu. Odçu buna anlam verememişti. Olan biteni izlemek istedi, ne olduğunu anlayamamıştı zira.

Başta, köprünün iki ucundan insanlar yürüyordu erkekler veya kadınlar beğendikleri kişilere gidip bir şeyler söylüyordu akabinde ise kendisine gelinen kişi kendisine geleni öpüyor ikili birbirine sarılıp nehre atlıyor insanlar da ıslıklar çalıp alkışlar tutarak ikiliyi tebrik ediyordu. Ancak bir tane kadın vardı kimse ona yaklaşmıyordu. O da bir erkeğe gitmiyordu. Köşede insanları izliyor ve tebessüm ediyordu. Yüzü ay gibi parlayan bu kadını tepeden tırnağa süzmeye başladı Odçu. Gözlerini görünce hayretler içinde kaldı. Kendisi gibi o kadının gözleri de kahverengi ve beyazdı. Odçu neden onun kimseyle konuşmadığını soruşturdu ancak aldığı cevap onu derinden üzmüştü.

Festival günlerce sürmüş Odçu ise büyük köprünün etrafında prensesi beklemişti. Onunla konuşmak istiyordu. Gözlerinin içine bakıp “sana âşık oldum” demek istiyordu. Sonuçları ne olursa olsun o kadınla konuşmak istiyordu.

Artık festivalin son gününe gelmişlerdi. Gökyüzünde ay hiç olmadığı kadar parladığında tüm insanlar nehir boyunca dizilmiş ve gökyüzünü izlemeye koyulmuştu. Prenses gökyüzüne bakıp hayaller kuran insanların arasından geçerek büyük köprüye ulaşmıştı. Adeta gelenek haline gelmiş bir durumdu bu. Son gün prenses köprüye gelir konuşma yapar ve suya atlardı. Yeni dönem için iyilik dileklerinde bulunup gayretlerinden dolayı insanlara teşekkür etti Sengi. Şehrin yeni sakinlerini selamlayıp kollarını yana açtı ve köprünün korkuluklarına çıkıp kendisini bırakacağı suyu seyretti.

Sengi kendisini sulara bırakacağı zaman Odçu koşup onu belinden kavrayıp köprüye doğru çekti. İnsanlar dehşet içinde hareketlenmiş, korkuyla bakarlarken askerler kılıçlarını çekmiş ve oklarını çoktan Odçu’ya doğrultmuşlardı. Sengi kendisini tutan gençten kurtulduktan sonra askerlerini durdurdu. Şaşkındı. Kendisi gibi gözlere sahip bir adamı ilk defa görüyordu. Ayın aydınlattığı köprüde Odçu’ya daha da yaklaştı. İkisi de göz gözeydiler. Soluk alıp verişlerini, kalp atışlarını, kanın vücutlarındaki hızını dahi duyabiliyorlardı. Göz göze geldiklerinde beyaz gözleri ve kahverengi gözleri aynı hizadaydı. Anlam veremedikleri bir çekim hissediyorlardı. Odçu sessizliği bozmak için konuşmaya yeltendiğinde Prenses onun dudaklarına yapıştı. Komutan ve askerler birbirine şaşkınlıkla bakıp silahlarını indirdiklerinde insanlar da tepkisiz halde öylece ikiliyi izliyorlardı.

Prenses Sengi “Benim adım Sengi” dedi. Odçu da korkuyla “Benim adım da Odçu” dedi. Prenses, üzerindeki kürklü pelerini omuzlarından çıkarıp attı. Beyaz, ince tül bir elbiseden başka bir şey kalmayana dek her şeyini çıkardı. Odçu da deri pantolonu dışında her şeyini çıkarmıştı. Prensesin gülümsemesiyle herkes gülmeye başladı. Geleneklerde erkeğin soyunması komik görülen bir durumdu çünkü. Odçu her şeyden habersiz Sengi’nin gözlerine bakmaya devam ederken Prenses, Odçu’nun ellerinden tuttu ve onu öperek nehre atladı peşinden Odçu da atlamıştı.

Bu, Sengi’nin çocukluk hayali olan bir şeydi. Birgün âşık olduğu birisini bulacak ve onu öperek kendisini inşa ettiği şehrin sularına bırakacaktı. Bunun anlamı ise; “aşkın için nehrin kollarına kendimi bırakıyorum.” Demekti.

Apisod Krallığı o günden sonra Sengi ve Odçu’nun sevgi krallığı oldu. Gülber ise aşk şehirleri…

*Apisod : Ürettiğim kelimeler arasında bulduğum bir kelime.
*Sengi : Öztürkçe de Sevgi anlamında bir isim
*Odçu : Öztürkçe de Ateşçi anlamında bir isim
*Gülber : Amber den türettiğim gül kokulu şehir anlamında bir kelime.

GÜLBER ŞEHRİNDE AŞK

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Yazıver ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!