Fısıltıcılar

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bu yazıyı bu gece gördüğüm rüyanın etkisi ile kaleme aldım. Yaşadığım dehşeti kelimelere iyi bir şekilde dökebildim mi bilemiyorum. Umarım hoşunuza gider. Şimdiden keyifli okumalar dilerim.

Kulaklarda bir çınlama, gözlerde bir buğulanma, cildimde gerim gerim gerilme var şu an. Midem ağzıma gelircesine allak bullak. Bacaklarımda dermansızlık ve omuzlarımda ağırlık. Başım üşüyor ve beynim sızlıyor. Bu, bu işte o korkunç sokağa düşerken yaşadıklarımın bir açıklamasıydı. Fısıltı sokağına…

Yoğun olarak acıları tattıktan sonra bir noktada tüm bilincimi kaybetmişim ve şuursuzca sokağın ortasına inivermişim. Gözlerimi açtığımda üç öküzün yan yana yürüyemeyeceği genişlikte, yerleri yapış yapış bir şeyle kaplı olan ve iğrenç kokulu bir yerdeydim. Nereden geldiği bilinmeyen bir ark vardı ve oradan da lağım akıyordu.

Fısıltı sokağı, her haliyle iğrençlik kusan, insanı hiçbir şey yapmasa bile sinir krizlerine sokan pislik bir yerdi. Burada durduğunuz zaman bile kirleniyordunuz. Tabi daha önce duymuştum burayı. Yani yabancı değildim. Asıl beni ürkütense henüz karşıma çıkmamıştı. Fısıltıcılar. İnsana huzur vermeyen, kalbini hızlandırıp beynini kurcalayan o şeyler. Daha kim bilir ne özelikleri var?

Dakikalarca yürüdüm. Önümden ve ayaklarımın altındaki arktan gelen bok kokusu ve ensemi okşayarak geçen, giderken de nefesime dahil olup soluğuma karışan ekşi maya kokusu sayesinde çok geçmeden sersemlemiştim. Bir süre sonra öğürmeler ve akabinde de kusma ihtiyacım ayyuka çıkmıştı. Neyse ki ayaklarımın altındaki ark ve içinden akan lağım “nereye kusayım” paniğimi derhal sonlandırmıştı. Bu ark açık hava tuvaleti görevi görsün diye yapılmış olmalıydı. Kusup, içimi dışıma çıkardıktan sonra bir şeylere dayanmak, oturup dinlenmek istedim ama burada dokunduğunuz her şey sizi kirlettiği için oturamadım. Kaldı ki kalçama uygun oturmalık bir çıkıntı bile yoktu zaten. Ne yani, içinden lağım akan Ark’a mı uzansaydım? Tabi ki de böyle iğrenç bir şey yapmadım.

Sokakta temizliğe dair en ufak bir şey yoktu. Sanırım gözlerimi açtığımda temiz olan tek şey bendim bu lanet yerde. İşte o an. Azıcık umutlanmama sebep olan o güzel an yaşanmıştı. Yağmur yağıyordu sokağın ilerisinde. Var gücümle koştum. Üstüme başıma sinen iğrençlikleri bir nebze temizleyebilir ve az da olsa kendimi rahatlatabilirim diye düşünmüştüm. Fakat yağmurlu alana girdiğimde yağan şeyin tamamen idrar olduğunu anlamam uzun sürmedi. Altımda bok üstümde idrar, ne harika bir ikilinin arasındaydım ama!

Yorulmuş ve hırpalanmış haldeydim. Fısıltı sokağının her yerinden ürkütücü sesler gelmeye başladı ben ilerledikçe. Zaten güneşe hasret olunan bu yerde birde bu ürkütücü sesleri duymak insanın tüm zihnine oradan da tüm bedenine korku dağıtıyordu. Kontrolsüzce titremeye başladım. Çok korkuyorum, çok çaresiz hissediyorum. Ne yapmalıyım, nasıl kurtulmalıyım diye bir yandan beynimin meşguliyetini yönlendirmeye uğraşırken köpek sesleri duydum. Bana doğru gelmekte olan köpek sesleri… Fısıltı sokağı sağ ve solu tek katlı evlerle sıralanmış bir sokaktı ve bende zıplarsam duvarı tutabilir sonra da yukarıya çıkabilirim diye düşündüm. Denedim, ilk seferde iyi zıplamıştım ve iki elimle de duvarı tutmayı başarmıştım ama tutmamla bırakmam bir oldu. Ve kendimi iğrenç zeminde yüzüstü yatar buldum. Lanet okuyarak ayağa kalktığımda ellerim yanıyordu. Buradaki duvarların üzeri cam kırıklarıyla döşenmişti. Ellerim de pek çok yerden kesilmiş ve deli gibi kanıyorlardı o yüzden.

Seslerin aksi yönde koşmanın daha uygun olacağını düşünerek var gücümle gerisin geri koşmaya çalıştım ama koşamıyordum. Görünmez bir bariyer beni engelliyordu. Tek yapmam gereken köpeklere doğru koşmaktı. Kim göz göre göre üzerine gelen köpek sürüsüne doğru koşar ki?

Ben koştum. Denemelerimi yapmış ve kaçış bulamamıştım, mecburen tehlikeye koşmak zorundaydım. Yoğun bir uyku bastırıyordu, sanırım kan kaybımdan ve kusmuş olmamdan dolayıydı bu. Köpekleri atlatana kadar uyumamaya söz verdim, hayatta kalma iç güdülerimle birlikte köpeklere doğru var gücümle koştum. Ne acayipti. Sesler hep aynıydı ve ne azalıyor ne artıyordu. Yine mi yerimde sayıyordum acaba. Tıpkı gerideki görünmez bariyer gibi bir şey mi vardı burada da. Siz ne kadar koşarsanız koşun sizi sabit tutan bir bariyer? Anlamadım. Hiçbir şey yapmadan yine beklemeye başladım. O sırada da ellerimi tişörtümden yırtığım parçalara sarıyordum.

Büyük bir gök gürlemesi yaşandı o sırada. Gökyüzü gündüz gibi aydınlandı. Çok geçmeden sokağın ilerisinde bir yer yanmaya başladı. Sesler de kesilmişti. Köpek falan kaybolmuştu zaten ortalardan. Yanan eve doğru yürürken tekrar bir gök gürlemesi ve başka bir yangın daha. Tekrar ve tekrar…

Evin olduğu yere geldiğimde fısıltılar başladı. Mantıklı sözler yoktu. Karmakarışık kelime dizilimiydi bunlar ama çok ürkütücüydü. Evden bir şey çıktı. İnsan desem insan değil, hayvan desem hayvan değil. Ne bir canlı ne bir ölü. Ne gözü vardı ne de kördü. Bana bakıp fısıldadı. Bütün bedenim o anda kaskatı kesilmişti. Bana tekrar fısıldadı, bu sefer de tüm cildim pul pul olup dökülmeye başladı. Dehşet içerisindeydim ve yaptığım tek şey olduğum yerde inlemekti.

Başımdaki şeyin fısıltıcılardan biri olduğunu anlamam uzun sürmedi. O fısıldadıkça başka bir bela beni buluyordu. Organlarım adeta birbirinden ayrılmaya çalışıyor, beynim tüm bilincimi alıp geri kalan her şeyi bırakıp kaçmaya uğraşıyor, kemiklerim ise eklem yerlerimden çatırdaya çatırdaya ayrılmaya uğraşıyordu. Yaşadığım azabı en iyi bu şekilde anlatabilirdim galiba. Daha sonra başımda bana fısıldayan şey durdu ve daha yüksek sesle fısıldadı. Tüm fısıltı sokağında bu fısıltı yankılanmaya başladı. Ben yerde kıvranırken fısıltıyı duyan fısıltıcılar gök gürlemesi sonrası oluşan yangınların içinden çıkarak başımda toplanmaya başladılar.

Gözsüz başlarıyla gözlerime uzun süre baktılar. Aynı anda hepsiyle tek bakışımda göz teması kurabiliyordum. Nasıl bir sokaktı lan bu?

Fısıltıcılar yavaş adımlarla geriye açıldılar ve arktan aldıkları bokları üzerime fırlatmaya başladılar. Birbirinden ayrılmaya çalışıyormuş gibi olan bedenim yavaş yavaş bokun içine gömülmeye başlamıştı. Fısıltıcıların hepsi yine aynı anda fısıldadı. Burnum ve gözlerim dışında her yerim kilolarca pisliğin altında kalmıştı. Bedenim sarsılırken gözlerim yerinden fırlayacak gibi olmuştu. O sırada fısıltıcıların hepsi birleşti ve siyah oldu. Simsiyah, kapkaranlık bir şey oldular. Artık ateş yoktu karşımda ama ışık saçan karanlık bir bulut gibi bir şey vardı. Bana doğru süzülerek gelmeye başladı. Belden aşağım sanki tozlaşmaya başlamıştı. Aşağıdan yukarı doğru bokun altında kalan yerlerim yok oluyor gibiydi.

Artık izlemeyi bıraktım. Olan biteni görmek istemiyordum. Ölüm bu kadar yakınken yaşamaya direnmenin ne anlamı vardı ki? Teslim olmuştum beni esir eden ve içten içe yok eden fısıltıcılara ve onların yaptıklarına…

Gözlerimi kapadığımda beynimin yapmaya çalıştığını artık anlamıştım. O, bilincimi alıp kaçmaya çalışırken onu tutmamalıydım aksine onunla gitmeliydim. Gözlerimi kapadığımda hala bir şansımın olduğunu görüp tüm bedenimi bıraktım. Artık birleştirmeyi umursamıyordum, bedenimi yaşatmayı da umursamıyordum. Bilincime tutundum sadece ve gerisini o yaptı.

Büyük bir patlama yaşandı, bu patlama kafatasımın ayrılmasıyla oluşmuştu. Beynim yapış yapış bir şey olarak yer ile bütünleştiğinde bilincim havada süzülüyordu. Fısıltıcılar bedenimden geri kalanları tozlaştırıp aldıklarında ise bilincimi görmediklerini fark ettim. Bilincim ise tüm benliğimle birlikte fısıltı sokağının sonuna doğru ilerledi. Sokağın sonunda çok güzel bir koku duymaya başladım. Yaklaştıkça koku daha da güzelleşiyor ve sokak daha da berraklaşıyordu. Sokağın sonuna geldiğimizdeyse sadece bir şelale vardı ve bilincim şelaleden içeriye hızla daldı…

Kendime geldiğimde bedenime tekrar kavuşmuştum, bilincim yerindeydi ve her şeyi hatırlıyordum. Bulunduğum yer ise ıssız bir yerdi ama kötü bir koku veya fısıltı duymadım. Sadece rahatlamış bir zihin vardı. Sanki tüm pisliklerden arınmıştım fısıltı sokağından geçerken. O sokağa beni çeken de fısıltıcılar olmalıydı.

Bedenimizi fısıltıcıların fısıltılarıyla doldurursak demek ki bir yerden sonra artık fısıltıcılar hakkı olan fısıltı kalıntılarını bizden alıyordu ve bunu da tüm bedenimize acı çektirerek yapıyorlardı. Sadece bilincimize sahip çıkmayı seçince de özgür kalıyor ve yeniden başlayabiliyorduk. O sokağa tekrar girmek gibi bir niyetim olmasa da ne zaman ve nereden fısıltıcıların fısıldayacaklarını bilmediğim için tekrar hayatıma devam edeceğim.

Öğrendiğim tek bir şey var ki o da durum ne kadar kötüleşirse kötüleşsin bilincimi temiz tutmam ve ona güvenmem gerektiği. Fısıldayan fısıldasın ama bilincime asla fısıltılar bulaşmayacak…

Fısıltıcılar

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Yazıver ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!