Volagarsia – İlk Kar Tanesi

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Uyan artık, sana ihtiyacım var. İhtiyacımız var. Hadi, uyan!”

Korkuyla yerinden fırladı Asral. Kan ter içinde kalmıştı, yine. On yedi yaşındaydı ve beş yaşından beri hep aynı kâbusu görüyordu. Karanlık bir ormandaydı ve karlara saplı kristal bir kılıç tüm ihtişamıyla parlayarak ona sesleniyordu. Ne zaman kristal kılıca yaklaşsa arkasından bir şey onu kuşatıyor ve karanlık bir çukura çekerek boğuyordu. Bu boğulmalar sonucunda yatağından fırlıyordu her seferinde. Uyumak onun için eziyetten başka bir şey değildi.

Üzerindeki pikeyi hışımla fırlattıktan sonra elleriyle saçlarını geriye attı. Derin bir nefes aldıktan sonra duşa girdi ve giyinip her zamanki gibi madene gitmek için yola koyuldu. Maden; Volagarsia gezegeni için çok önemli bir yere sahipti. Sombrero Galaksisindeki sınır gezegenlerden bir tanesi olan Volagarsia, büyük ticaret koalisyonlarına Zermium kristali ihraç eden bir gezegendi. Karşılığında da su alıyorlardı. Su, Volagarsia gezegeni için her şeyden değerliydi.

Asral; madende kazı yaparken her seferinde kâbusunu düşünüyor ve neden bu kâbusu yıllardır gördüğünü anlamaya çalışıyordu.

Birgün bulunduğu katta kazı yaparken büyük bir kavga çıktı. Kavgayı başlatan maden yöneticisinin oğluydu. İşçilerden birisine aylaklık ettiği için saldırmıştı. Diğer işçiler korkuyla kaçışırken Asral, masum işçinin yakarışlarına sessiz kalamadı ve ona işkence eden adamın üzerine yürüdü. Herkes korkuyla Asral’a bakıyordu. Ama o öfkeyle ilerlemeye devam etti. Yöneticinin oğlu elindeki dikenli kırbaçla Asral’a hamle yaptığında Asral eliyle kırbacı kavradı. Dikenler çok keskindi o yüzden her yer kana bulanmıştı. Asral acısına ve akan kanına aldırış etmeden yöneticinin oğlunun üzerine atılıp kırbaçla onu boğmaya başladı. Kırbaçtaki sivri uçlar Asral’ın uyguladığı kuvvetle adamın gırtlağına saplanmıştı. Çok sürmeden orada can verdi adam. Asral cesedi sürükleyerek yöneticiye götürdü.

Volagarsia kanunlarına göre birisini öldürmenin suçu Z1000 koridorunda çalışmaktı. Z1000 koridoru yaşlılar ve ölüm mahkumları için kullanılan bir yerdi. Orada Zermium kristalinin en iyileri çıkarılırdı. Fakat diğer katlara göre burada Zermium gazı çok daha yoğundu bu da sık sık depremlere veya zehirlenmelere sebep oluyordu. Orada yaşayanlar en fazla bir hafta hayatta kalabiliyorlardı. Oraya Asral yaşlarında birisi hiç gitmemişti. Bir canı kurtarmak için kendi canını feda etmişti. Bu çok büyük bir erdemdi, kısa sürede tüm maden çalışanları arasında bu erdemli adam anlatılmaya başlamıştı.

Asral, öfkeyle kazmasını sapladığında söylenmeden edemedi. “Lanet olasıca gezegende Zermium rezervleri olmasına rağmen portal yapıp suyu olan bir gezegene gidemiyoruz.”

Yaşlı bir adam öksürerek Asral’ın yanına geldi. “Haklısın evlat. Bende, dedemde, onun babası da kuşaklardır bu madenlerde çalıştık. Elimizdeki bu imkana rağmen gezegenin tüm ulusu madenlerde hayatlarını harcıyorlar. Keşke babamın bahsettiği kristal kılıcı bulabilseydik.”

“Kristal kılıç mı dediniz?” dedi Asral şaşkınlıkla.

“Evet evlat. Babam bir kılıçtan bahsetmişti. Kristal kılıç. Bundan yaklaşık üç yüz yıl önce ortaya çıkmış. Onu kullanan birisi bulutlar oluşturup kar yağdırmaya başlamış. Yedi yıl gezegende kar yağmış ve dünyamız yeniden hayat bulmuş inanabiliyor musun? Ama sonradan o adam öldürülmüş. Kılıca ise ne olduğunu bilen yok. Kimisi gezegenin onu yuttuğundan, kimisi yok edildiğinden, kimisi de bunun tamamen bir uydurma olduğundan bahsediyor. Yıllardır tanıdığım kadarıyla insanlar vahşete aç varlıklar. O kılıcı kullananı öldürdüklerinden eminim. Çünkü o kılıç var olsa yeniden hayat bulacak gezegenimiz ve biz de kabukta yaşayabileceğiz. Tüm ulusumuz madenlerde çürümek zorunda kalmayacak.”

“Neden var olduğundan bu kadar eminsiniz? Sizce öyle olsa yöneticiler onu kullanmak istemez mi? Böylece su almaya ihtiyacımız da kalmamış olur.” Dedi Asral.

Yaşlı adam kahkaha attı. “Ah evlat. Bu alçaklar su dışında ticaret yaptıkları ulusların gezegenlerinden de vatandaşlık alıyorlar. Kendi aileleri oralarda huzur içinde yaşarken bizim gibi insanları da su karşılığında köle olarak kullanmaya devam ediyorlar. Kimse böylesi bir düzeni bozmak istemez.” Yaşlı adamın anlatımları Asral’ı düşündürmüştü. İhtiyar haklıydı. Halkın köle olması yöneticilerin işine gelecek türden bir şeydi. Rüyasında gördüğü o kristal kılıç belki de ihtiyarın bahsettiği kılıçtı. Rüyasında gördüğü kılıcın bir efsanenin parçası olması Asral’ı daha da heyecanlandırmıştı.

Paydos ettiklerinde Asral uyumaya gitti ve yine kâbus görmeye başladı. Ama bu sefer farklıydı. Kılıç bu sefer kara saplı olarak durmuyordu ve bulunduğu yer de daha canlı, daha güzel görünüyordu. Havada süzülen kılıca doğru gittiğinde bir adam belirdi. Buz mavisi gözlere sahip, beyaz saçlı ve iri bir adamdı bu. Asral büyülenmişti adeta. Adam havada süzülen kılıcı alıp Asral’a uzattı. Asral kılıcı tuttuğunda büyük bir patlama oldu ve kar taneleri keskin şekilde tüm bedeninde akmaya başladı. Gözleri daha berraklaşıyordu. Bunu hissedebiliyordu. Tıpkı adam gibi görünmeye başlamıştı. Adam tebessüm ederek kayboldu ve Asral hızla fırladı yatağından. Bu sefer çok dinç ve güçlü hissediyordu. Boş odasında gözlerini gezdirerek rüyasını düşünmeye ve bir anlam yüklemeye çalıştı. O neşeyle madene gitmek için yola koyuldu. Z1000 koridoruna geldiğinde dün konuştuğu ihtiyarı aradı ama ihtiyar ortalarda yoktu. Ölmüştü. Asral heyecanını paylaşamamıştı. Mutluluğu ve hüznü içinde onu boğarken yine aynı rutinle kazmaya başladı. Saatler süren çalışması onu yine bitkin düşürmüştü. Paydos zili çaldığında kazmasını fırlattı ve çıkışa doğru yöneldi. O sırada deprem olmaya başladı. Z1000 koridoru depremin etkisiyle çökmeye başlamıştı. Asral kaçamadan yığınların arasında kaldı. Yoğun Zermium gazı, hayatta kaldığı küçük alanda Asral’ı boğmaya başlamıştı. Ama Asral mücadeleci birisiydi. Ölmeye hiç hevesi yoktu. Bir yandan yumuşak toprağı kazmaya çalışıyor bir yandan da nefesini kontrol etmeye çalışıyordu. Bayılması an meselesiydi. Gözleri yavaş yavaş kararmaya başladığında Asral bir şeye rastladı. Yumuşak toprağın arasında bir kristal vardı. Tüm gücüyle ona dokunmaya çalıştı. “Belki kazmadır. İşim kolaylaşır” diye düşünmüştü. Fakat kazmaya devam ettikçe gözlerine inanamadı. Bu rüyasındaki kristal kılıçtı. Öleceği anda onu bulduğu için ağlamaya başladı.
Var gücüyle kılıcı olduğu yerden çıkarıp iki eliyle kavradı. Gözünden dökülen bir damla yaş ile son nefesini verdi Asral. Artık her yer karanlıktı. Soğuktu. Ölüm, Asral’ı sardığında kılıç parlamaya başladı. Asral’ın cesedi kılıcın oluşturduğu kalkanla kaplanmıştı. Bir süre sonra biriken enerji büyük patlamayla delik açtı ve Asral’ı kabuğa kadar taşıdı. Gökyüzü yıldırımlara ev sahipliği yapıyor, rüzgâr her yerden atmosferi kuşatıyordu.

“Uyan artık, sana ihtiyacım var. İhtiyacımız var. Hadi, uyan!”

Kâbusundaki ses yine aynı sözle seslenmişti. Asral ölümün girdabından çıkarak bedenine geri geldiğinde yeniden doğmuş gibi hissediyordu. Elindeki kılıcın kabzasını sıkıca kavrayarak gökyüzüne kaldırdı. İyice beyazlaşan gözleri ve rüzgârda savrulan saçlarıyla tüm gücü hissedebiliyordu. Kılıcını kabuğa sapladığında gökyüzü haykırırcasına karşılık verdi ve Volagarsia topraklarına kar tanesi 300 yıl sonra ilk kez düşmüştü.

Volagarsia – İlk Kar Tanesi

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Yazıver ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!