KAPI

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Yorgun bir halde geçti bilgisayarının başına Barış. Odaklanması gerekiyordu; yazmalıydı, daha çok yazmalı ve kitabını bitirmeliydi. Kendisine verilen süre dolmak üzereydi zira.

Kapı çaldı, Barış konsantrasyonunu bozan her şeyden nefret ediyordu. Kapının çalması da bunlardan birisiydi. Kelimelerini aceleyle peşi sıra yerleştirirken, kapıdaki her kimse ısrarla zile basmaya ve kapıyı tekmelemeye devam ediyordu. Göz bebekleri kocaman oldu Barış’ın. Kelimeler zihninden uçmadan yerleştirmesi gerekiyordu. Kapıdaki şahıs biraz daha bekleyecekti. Biraz daha beklemeliydi. Ancak ısrarlı kişi durmak bilmiyor, tahammülsüz şekilde elini zile dayamış ve öylece bekliyordu. Zaten öfkesi kabaran Barış daha fazla dayanamadı. İki yumruğuyla masasına vurarak ayaklandı ve öfkeden tüm kasları kasılmış bir halde hızla açtı kapıyı. Ejder. Gelen, kuzeni Ejderdi.

“Ne var? Yazdığımı bilmiyor musun, ne bu ısrarının sebebi?”

“Acil gitmeliyiz Barış, Acil!”

Derin bir nefes alıp verdi. Başı öfkeden çatlamak üzereydi. “Şimdi olmaz, gelemem. Bitirmem gereken bir kitabım var.”

“Kitabın bekleyebilir. Hadi, hemen gidiyoruz.”

“Yahu ne demek bekleyebilir? Nereye gideceğiz Ejder?”

“Ağacın yanına gitmemiz gerekiyor. Hem de hemen!”

Daha çok şaşırmış ve öfkelenmişti. Kuzeni onunla dalga geçiyor olmalıydı. Çünkü aklına mantıklı başka bir açıklama gelmiyordu. “Seni şurada yatırıp tüm kemiklerini kırarım Ejder. Git başımdan!”

“Hayat memat meselesi bu konu. Hadi!”

“Bana mantıklı bir açıklama…” sözünü tamamlamadan Ejder olduğu gibi yere yığıldı. Sırtına iki tane saplanmış hançer vardı. Apar topar onu içeri aldı, doktor çağırmak için telefonu eline aldığında kuzeni arkadan sessizce yaklaşmış ve elinden telefonu aldığı gibi duvara çarpmıştı.

“İyiyim ben, hemen gitmeliyiz!”

Barış, dehşete kapılmış halde kuzenini süzerken o çoktan dışarı çıkmış ve yola koyulmuştu bile. Ve görünürde sırtında hiç bıçak yarası falan da yoktu. “Kafayı yiyorum galiba,” gözlerini ovuşturduktan sonra dışarıya çıktı. Hava kararmıştı. Zamanı idrak edemediğini fark etti. Hangi gündeydiler? Saat kaçtı? Bu sorular aklında dönüp duran bilinmezliklerden ibaretti. Kuzenini bulduğunda bir ağacın altında oturmuş ağlıyordu. “Ejder?” kuzenine biraz daha yaklaştı “Ejder!” dedi bu sefer biraz daha ciddi ve sert bir ses tonuyla. Tabi yavaş yavaş ağacın olduğu yere yaklaşıyordu da. Ağaca bir miktar daha yaklaşınca birisinin ağaçta asılı bedenini gördü. Ejder, gözleri kan kırmızısı olmuş halde Barış’a bakıyordu.

“Senin yüzünden!” sesi boğuk, sert ve öfke doluydu.

Ne diyeceğini bilemedi Barış. Kuzeninin tehditkar bakışlarına rağmen ağaca yaklaşıp cansız bedenin sahibine bakmak istedi. Karşılaştığı manzara ile derin nefes alıp vermeler gözlemlendi Barışta.

“Bu yaptığını sana ödeteceğim!”

Barış köşeye sıkışmış bir fare gibiydi. Göz bebekleri kocamandı. Nabzı çok hızlıydı. Vücudunda pompalanan kan öyle hızlı dolaşıyordu ki bedenini, buz kesmişti. Soğuk soğuk terliyordu. Kuzeni yavaşça kalktı yerinden. Psikopat bir ifadesi vardı. Ellerinde kan vardı Ejder’in, bütün gücüyle atladı Barış’ın üstüne. Barış ne yapacağını bilemiyordu. Ağaçta asılı halde duran beden kendisine aitti, bunu bildiği halde üzerine kuzeni öfkeyle koşuyordu. Ağaçtaki beden acaba maket miydi? Lanet karanlıktan seçemiyordu. Kuzeni ona eşek şakası yapıyor olmalıydı. Bu düşünceler onu bir nebze rahatlatmış gibiydi ama Ejder hızlanarak üzerine gelmeye devam ediyordu. Barış yere çöktü ve eliyle gözlerini kapattı.

“Alo! Kime diyorum? Barış, ne yapıyorsun?”

Ellerini yüzünden hızla kaldırdı Barış. Karşısında kız arkadaşı Özge vardı. Evin kapısı açıktı, Barış da yere oturmuş elleriyle yüzünü kapatmış anlamsız kelimeler zırvalıyordu. Kendisine geldiğinde donakalmış halde kız arkadaşına baktı. İkisi de neler olduğunu anlamamıştı.

“Doktora görünmen gerek!”

Barış ayağa kalkmaya çalışırken sendeledi. “Ne zamandır bu haldeyim?”

“Yaklaşık bir dakikadır”

“Peki nasıl oldu?”

“Zile bastım, sen kapıyı açtığın gibi yere çöktün, ellerinle yüzünü kapadın ve garip kelimeler söyleyerek bağırmaya başladın. Kaç saattir uyumuyorsun sen?”

Saat mi? Yine aynı şey olmuştu. Saati bilmiyordu, günü bilmiyordu.

“İçeriye geç, sana bir su getireyim.”

Barış düşünceli bakışlarla odasına geçti. Gördüğü rüya değildi çünkü uyanıktı. Kafayı mı yemişti yoksa? Bir bağlantı kurmaya çalışıyordu. Ama zihni sanki ona bir oyun oynuyor gibiydi. Şu an içinde bulunduğu durumun gerçekliğini sorguladı. “Rüyada olup olmadığımızı nasıl anlarız?” hemen mutfağa koştu. Mutfakta kimse yoktu. Biraz önce Özge mutfağa gitmemiş miydi? “Ne oluyor lan?” Derin bir nefes alıp verdi. Su içti ve evi yavaş ve dikkatli şekilde dolaşmaya başladı. Bir açık arıyordu. Rüya da olduğunu kanıtlayacak bir delil. ‘Tak, tak, tak!’ Yine kapı çalmıştı. Bu sefer sakin şekilde açtı kapıyı.

Müzik sesi geliyordu. Ama kayıt değildi, birisi söylüyordu. Sesi takip etti. Yolda onu şık giyimli birisi karşıladı. Çadırlar kurulmuş, festival veriliyordu. Herkes şarkı söyleyip dans ediyordu.

“Buyurun, içeride konseptimize uygun kıyafetlerden giyin ve festivale siz de katılın!” dedi 1800’lü yıllardan fırlamış Fransız görünümlü adam.

Barış, kafasındaki soruları unutmuştu. Üzerini değiştirdi ve dışarıya çıktı. Çok güzel kadınlar vardı etrafta, onlara doğru gitti ve birisinin elinden tutarak festival meydanına doğru götürdü. Şarkı söyleyerek dans etmeye başladılar. Hava serindi. Kadın orkide kokuyordu. Etrafta onları izleyen baykuşlar, kargalar, kedi ve köpekler vardı. Her geçen dakika etraflarındaki hayvanlar daha da artmaya başlamıştı. Bütün hayvanlar bağırıyordu. Sanki şarkıya eşlik eder gibiydiler.

Ejder ve Özge göründü uzaktan. İkisi de aceleyle Barış’a doğru koşuyordu. Ama Barış ikisini de umursamadı ve dans etmeye devam etti.

Özge ve Ejder anlamsızca birbirlerine baktılar. “Onun nesi var?” dedi Ejder.

“Bilmiyorum, kafayı yemiş olmalı. Baksana bizi duymuyor bile.”

Özge eve giderken Ejder kalabalığı dağıtmaya çalışıyordu. Eline orkide saksısı almış çırılçıplak dans eden kuzenine insanların bakması hiç hoş görünmüyordu. Özge, elinde bir battaniyeyle geldi. Ejder onunla Barışı sardığı gibi sıkıca tutmaya başladı.

“Lanet olsun Barış. Hareket etme, şeyin değiyor. Of! Oha oğlum ya!”

“Evde bu mantarı buldum. Bu zehirli mantar. Halüsinasyon yapıyor genelde. Sanırım bundan yemiş.” Daha sonra telefonunu çıkarıp ambulansı aradı Özge.

Barış ise halüsinasyonun etkisindeydi. Elinden alınan orkideyi kadın olarak görüyordu ve onu kaybetmişti. Çevredeki hayvanların bağırışlarını tezahürat sanıyordu, birbirinden farklı onlarca insanın alaylarından başka bir şey değildi oysa ki.

KAPI

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Yazıver ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!