Arkamdasın Biliyorum

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Yalnız kaldığım için kafayı mı yiyorum yoksa gerçekten oluyor mu bunlar?

Yine her sabah olduğu gibi uyanmış ve koşarak kahvesi için su kaynatmaya koyulmuştu Irmak. Ailesinden uzakta, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan yirmi bir yaşında bir kadındı. Fazla dışarıya çıkmazdı çünkü hiç arkadaşı yoktu kendince sebeplerinden birisi de parasının da olmamasıydı. Düzenli bir iş arıyordu aylardır ama bulduğu işler hiç ona göre değildi. Ona göre olan işlere de iş verenler ‘şu an ihtiyacımız yok’ diyerek veya ‘biz sizi ararız’ diyerek karşılık veriyor ve asla dönüş yapmıyorlardı. Ev kirası ucuzdu çünkü kenar mahallelerin birinde yıkık dökük binadaki eski bir dairede kalıyordu. 3+1 evi 2+1 olarak kullanabiliyordu bir odasında ise ev sahibinin eşyaları bulunuyordu. Ev sahibi de bu yüzden fazla para almıyordu. Zaten Irmak için fazla bir alana da ihtiyaç yoktu evde.

Zil sesinden sonra kaynamış suyunu aldı ve kahvesini hazırladı. “Allah’tan kütüphane gibi bir nimet var. Yoksa düzenli olarak nasıl kitap okuyacaktım. 200-300 liralara kitaplar var, çoğu da zaten eski kitaplar.” Diye söylenerek açardı kitaplarının kapaklarını ve okumaya başlardı. Kahvesini içer bir yandan da okumasını sürdürürdü. Her sabah okumaya iki saatini ayırıyordu. Sonrasında tekrar yatağına uzanır biraz telefonuyla oynardı. Telefonla oynarken zaman o kadar hızlı geçerdi ki telefonu bıraktığında iki bazen üç saatin geçtiğini görürdü. Bu sefer de başka bir söylenmeyle fırlardı yatağından. “Telefon ile fazla vakit harcıyorum. Daha dün kendime söz vermedim mi ben! Yine niye daldım bu dipsiz kuyuya anlamıyorum.”

Tekrar mutfağa girer ve bu sefer de yiyecek bir şeyler hazırlardı. Günde bir öğün yemek yiyordu aralarda da atıştırmalıklarıyla ve meyveleriyle idare ederdi. Tek olduğu için bir gün hazırladığı yemeği iki bazen üç gün yiyebiliyordu. Yemek işini de hallettikten sonra asıl işinin başına geçerdi Irmak. Editörlük işleri olurdu günübirlik. Onları halleder ve ona göre de para alırdı. Eline geçen paralarla ucu ucuna idare ediyor olsa da alışmıştı artık. Bir umutla iş aramayı da ihmal etmiyordu tabi.

Tüm işlerini bitirdikten sonra dizi izlerdi ve bunlarda genelde drama konuluydular. Bu sebepten ötürü de her gün mutlaka ağlardı. Yalnızlığı, yoksulluğu, çaresizliği onu tüketmeden bırakmıyordu. Ailesine geri dönmemek üzere söz vermişti kendisine. Ne pahasına olursa olsun kendisi başaracaktı. Kendisi kazanacak ve kendi hayatını kendisi kuracaktı. Defalarca yolun sonu gibi yerlerde bulsa da kendisini, asla onlara sezdirmedi bu halini.

Geldi. Yine o geldi. Gölge diyordu ona Irmak. Genelde işlerini bitirdikten, dizisinden birkaç bölüm de izledikten sonra ‘şimdi artık ne yapsam’ diye düşündüğü sırada çıkagelirdi Gölge. Onu göremediği için öyle diyordu ama orada olduğundan çok emindi. Bilgisayarının başındayken koridorda dolandığındı sezebiliyordu. Bazen durup dakikalarca kendisini izlediğini ve başını çevirdiğinde ise görünmemek için hemen kaçtığını çok net hissedebiliyordu. Emindi. Adı gibi emindi o evde yalnız olmadığından.

Yine her gün yaptığı gibi yaptı. Döngüyü aynı noktaya getirdi ve “şimdi artık ne yapsam” dedi. Bu sözden sonra belirdi yine Gölge. Siyah cübbesiyle, sivri ve uzun sararmış dişleriyle, kan çanağına dönmüş gözleriyle, gülümseyen bir ifadeyle tıslayarak izliyordu yine onu. Hemen başını çevirdi Irmak ama yoktu koridorda kimse. Titremeye başladı. Üşüdüğünü düşünerek üzerine bir şeyler aldı ve bilgisayarının başına geçti. Tekrar dikkatini bilgisayarına verdiğinde bu sefer kapıyı tıklatır gibi ses gelmeye başladı. Koşarak kapıyı açtı gecenin üçünde ama rutubet kokulu karanlık bina holünden başka bir şey yoktu önünde. Bina boştu karanlıktan gelen bir esintiden başka bir şey yoktu. Bu esinti ise sadece ıslık çalar gibi bir ses çıkarıyordu. Gözlerini kapatıp derin nefes aldı ve kapıyı kapatıp bilgisayarının başına geçti.

Bir müddet şarkı dinleyip oyun oynadıktan sonra tekrar o şey oldu. Bu sefer kendisini izleyen birisi yoktu. Gölge aklına gelmişti aniden ve bu da hızlı hızlı kalbinin çarpmasına sebep olmuştu. Tuvalete gitmesi gerekiyordu ama yerinden kalkmaya cesaret edemedi. “Ya koridorda karşıma çıkarsa? Ya banyonun ışığını açtığımda o korkunç yüzüyle bana gülümserse?” Bir müddet kendisini bu kuruntularla dizginlemeye çalıştı ama gitmekten başka çaresi olmadığı için duvara tutunarak ilerledi. Bir elinde ise telefonunu silah gibi tutuyordu. Gölge karşısına çıkarsa ona telefonuyla vuracaktı planı oydu. Banyoya ulaşıp ışığı açtığında banyonun boş olduğunu gördü. Derin bir oh çekip işini gördükten sonra tekrar bilgisayarının başına geçti tam kurulacağı sırada tekrar sağ yanında bir hareketlilik oldu. Başını aniden çevirip baktı ama yine kimse yoktu.

Kapı açılma sesiyle irkildi. Birisi eve giriyordu. “Kim var orada?” Diye panikleyerek fırladı oturduğu yerden. Odasından çıktığında kapının kapalı olduğunu ama mutfağa bir şeyin koştuğunu gördü. Tehditler savurarak ilerledi mutfağa. Elleri titriyor, stresten beynine pompalanan kan yüzünden başı ağrıyor ve yüzü geriliyordu. Korkuyla açtı mutfağın ışığını ama mutfak boştu. Çekmeceler ve dolapların kapakları açılmış halde buldu mutfağı. Küçük bir camı vardı mutfağın ve oradan bir çocuk bile geçemezdi. “Buraya birisi girdiyse nereden çıktı?” sorusuna cevap düşünerek teker teker kapattı kapakları.

Bilgisayarının başına tekrar geçtiğinde solunda duran masasından bir şey alındığını hissetti. Beyaz tüylü bir el hızla masada duran bir objeyi almıştı. Başını oraya çevirdiğinde sağ tarafından koşarak üzerine gelen bir koç hissetti. Kendisini bir hışımla geriye atıp sağına baktı. Hızla geri çekilmesi dengesini kaybedip düşmesine sebep olmuştu. Yerde dehşet içinde sağına ve soluna bakıyordu ama kimse yoktu odada.

Tıslama sesiyle hızla arkasına döndü ama arkasında da kimseyi bulamadı. Dizlerini katlayarak bilgisayar masasının altına girmişti ve kendisine sarılmış halde titreyerek ağlıyordu. Arkasındaki duvarda ve yerde irili ufaklı; sarı, kahverengi, siyah, antenleri uzunlu kısalı yüzlerce böceğin dolaştığını hissediyordu ama baktığında hiçbir şey göremiyordu. Oysa ki hepsi vücudunda dolaşıyordu yüzlerce böceğin ayaklarının teninde dolandığını hissedebiliyordu. Ağlayarak gözlerini silmeye çalışıyordu fakat buğulu gözlerinin kendisine gelmesi mümkün olmuyordu. Sürekli ağlamaya devam etmesi çabalarını boşa çıkarıyordu ve bu da daha çok korkup ağlamasına sebep oluyordu. İlk defa ayaklarını da hissetmeye başlamıştı Gölgenin. Ayakları insan ayaklarına benzemiyor bir keçi toynaklarına benziyordu. Bacakları da tıpkı keçi bacakları gibi tüylüydü. Göremiyor ama hissediyordu ve bunun nasıl olduğunu ise bilmiyordu.

Vücudundan kaynar sular dökülüyormuşçasına terliyordu ve terledikçe de canı yanıyordu. Yaklaşık bir buçuk saat süren acı dolu korkunç olaylar silsilesinden sonra güneşin kendisini göstermesiyle üzerine bir rahatlık çöktü. Güneş doğduktan sonra Gölge gelmemek üzere gidiyordu. Hemen soyundu. Tüm çamaşırlarından kurtulup banyoya attı kendini. Küvetin içinde bir süre vakit geçirdi. Bu da onun bir nebze rahatlamasına sebep olmuştu. Yeni kıyafetlerini giyip yatağına uzandı. Gece boyunca yaşadıklarını düşündü. Bunları neden yaşıyordu bilmiyordu. Ama anlatacak kimsesi yoktu. Geceleri sırf Gölge yüzünden uyuyamıyordu. Uyuyunca rüyaları kabusa dönüyor ve daha dehşet verici şekilde uyanıyordu üstelik uyurken çok da savunmasızdı. Ama gündüz öyle değildi. Gölge gidiyordu ve karanlık olana kadar da gelmiyordu. Rüyaları bile güzel ve huzur verici oluyordu bu sebepten.

Irmak hep olduğu gibi yeni güne öğleden sonra başlamış her gün tekrarladığı işlerini tekrarlamıştı. İşlerini halletmiş, dizisini de izlemişti. Hep sorduğu soruyu soracağı sırada “Arkamdasın, biliyorum.” Dedi. Ve o sırada ensesinden birisinin üflediğini hissetti. Başını çevirip arkasına baktığında yüzü süt gibi bembeyaz olmuştu ve dehşet içinde gözleri açılmıştı. Gölge…

Arkamdasın Biliyorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Yazıver ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!